ŞEVVAL TOPAL-YAĞMUR AYDEMİR-ZEHRA YILDIRIM
İnsan güne başlarken, “Bakalım gündemimizde neler varmış?” diye sorgular. Bu sorunun cevabı binlerce yıl boyunca değişmemiştir. Tarih boyunca insanlığın 3 ana sorunu kıtlık, salgın hastalıklar ve savaşlar olarak listelenmiştir. 21. yüzyılda da kıtlık sorunu yerini obezite ve çok yemekten ölen insanlara bırakmıştır. Savaşlar ise ülkeler arası ilişkilerin iyi olmasına rağmen hep bir seçenek olarak masada durmuştur. Bu durum, savaşın varlığını pekiştirmiş ve barışı geçici bir kavram haline getirmiştir (Harari, 2017; s. 18-19).
Tarihe bakıldığında, temel sorunlar değişmezken sorunlara neden olan etkenlerin değiştiği görülmektedir. İnsan hayatı sürekli değişim ve dönüşüm halinde olmasına rağmen sorunlar varlığını korurken sorunlara getirilen çözümler değişmektedir. Sorunlara getirilen bu çözüm “yeni” olarak bilinse de aslında geçmiş öğretilerin üzerine ekleme yapılması durumudur. Bu durumda, bir nevi bilgi eklemlenmesinden bahsedilebilir.
İnsanlar geleceği tasarlamadan önce, geçmiş öğretilerini ve dünyayı değiştiren akımları incelemesi gerekmektedir. “Yeni tarih ‘Bugünkü halimizin ne doğal olduğunu, ne de sonsuza dek süreceğini.’ söyler.” (Harari, 2017; s. 72). Daima arayışta olan insanoğlu, her “yeni” olanı bulduğunu düşündüğünde elinde geçmişin kırıntılarıyla karşılaşacaktır. Tarihin yeniden yazılmasına neden olan etkenler o tarihte yapılan köklü değişikliklerdir.
Mimarlık tarihinin değişimi o tarihte yapılan kent düzenleriyle oluşturulmuştur (Görsel 1). Görsel 1’de anlatıldığı gibi ortaçağda sorun yerleşik hayat, şehir ağlarının düzensizliği gibi konular iken 19. yüzyıldan sonra nüfus yoğunluğu tekrar eden bir sorun haline gelmiştir. Bu bağlamda, var olan soruna bir çözüm bulmak yerine mevcut sorunların üzerine yeni sorunların eklemlendiğinden söz edilebilir.

Günümüz kentlerinde “yeni”den bahsetmek mümkün değildir. Yeni, şehrin enfeksiyonudur. Kent, temeldeki kurgusunu yüzyıllardır korumakta ve bir virüs gibi çevresine yayılarak genişlemekte ve yaşamını sürdürmektedir. Katmanlaşan kent, var olanın üzerine eklemlenir ve bir “yeni” olma durumu tanımlamaz. Yeni kent üzerinde düşünüldüğünde, yenilenme işlemi ilk olarak o şehrin sorunlu ya da dışa kapalı semtinden başlanmaktadır. Yeniye hazır olan semtler yerine, yeni ile tanıştırılan semtler bu süreç için seçilmektedir. “Yeni” olarak nitelendirilebilecek Paris Bulvarı 19. yüzyılın en gösterişli kentsel icadı ve geleneksel şehrin modernleşmesinde en belirleyici kopuş noktası olarak tanımlanmaktadır.
Marshall Berman (2004) ve Michel Ragon (2010) kitaplarında Hausmann’ın kentler üzerinde tasarladığı değişimlerinden bahsetmektedir. Berman (2004)’ün örneklendirdiği değişimlerden biri ‘Yeni’ Paris Bulvarı iken Ragon (2010)’un örneği ise Hausmann’ın yeniliklerinden etkilenen insanların yaptıkları tasarımlardır.
Marshall Berman’ın kitabında Baudaleire’nin anlattığı Hausmann örneğinde eski şehrin bağrında muazzam bir bulvarlar ağı oluşturmaktadır. Yeni Paris Bulvarı trafiği şehrin merkezine taşımaktadır. “Yeni bulvarlar trafiğin şehrin merkezinde akmasını sağlayacak, kenar mahalleleri temizleyecek, karanlık ve boğucu, iltihaplı yığınlar arasında ‘’nefes alacak yer’’ açacaktı.’’ (Berman, 2004; s.205-208). Geniş Paris Bulvarı ileride yaşanacak sorunlar içinde hareket edecek geniş koridorlar oluşturmaktadır. Burada yaşayan insanlarda yaşadıkları yerden uzaklaştırılmıştır. Oluşturulan Hausmann modelinde Paris Bulvarı mevcut düzeni tahrip etmektedir.
Michel Ragon kitabında ise Hausmann’ın tasarımı sonucunda, nüfus yoğunluğu nedeniyle şehirden kovulan yoksul insanlar banliyölere akın etmesiyle yaşadıkları sorunlar anlatılmıştır. Banliyölere yerleşen insanoğlu zamanla nüfus artışının tekrarlanmasıyla yeşil alanları tahrip ederek eski şehre ulaşmıştır. Zamanla tahrip olan alanlara yapılan küçük evlere tepki olarak “bahçekentler” ve “uydukentler” oluşturulmuştur. “Yani olayların akışı ve değişimi insanlara yeni çözümler aramaya başlatmıştır. Yer ve mekan değişse de sürekli yeni arayış içerisine girilse de sonuçlar hep aynı kalmıştır. Bu döngü sürekli devam etmiştir.’’ (Ragon, 2010; s.269). İnsanlar “yeni” çözümler aramaya başlarken çevresini tahrip etmiştir. Her iki örnekte de Hausmann’ın tasarımının sonucunda “yeni” bir düzenden bahsederken bulunulan çevre tahrip edilmiştir.
İnsanlar odak noktası olan yeniyi üretirken, çevresini tahrip veya yok ettiğini fark edememiş veya umursamamıştır. Amaca giden yolda verilen zayiat insanlık için hiçbir zaman önemli olmamıştır. Banliyö kentler eski şehre ulaşırken arada bulunan yeşil alanı tahrip etmiştir. Eski şehir ile tanışan banliyöler ise birbirleriyle bilgi akışına geçmiş ve endüstri devriminin açığa çıkmasına neden olmuştur. Endüstri devrimi ile tanışan insanlık çalışma hayatını fabrikalara devretmiştir. Bu fabrikalaşmanın sonucu olarak da tekdüzelik artmaya başlamıştır. Artık kentler makineleşmeye ve birbirine benzemeye başlamıştır.
Tony Garnier’in endüstriyel kent örneğinde de bu makineleşmeden bahsedilmektedir. Şehrin yerleşimi, iş, eğlence, trafik gibi değişik işlevleri radikal bir biçimde ayırmış ve sanayi bölgesinin etrafını yeşil bir kuşakla çevirmiştir. Tony Garnier’ın kent modelinde uydu kentler tasarlanmıştır. Burada eğlence merkezleri, stadyumlarla komşuluk birimleri oluşturulmuştur. Kentteki ve çevre bölgelerdeki toplu ulaşım tramvaylarla sağlanmıştır. Demir yolu hattı kent içi ulaşımı, fabrikaya ulaşımı sağlarken, hattın son durağı yeraltı merkez garına kadar ulaşmaktadır ve oluşturulan yeni şehir de gerçekte eski şehre bağlanmaktadır. Tony Garnier’ın modelini şehir makine gibi yollar da şehirleri bağlayan makine gibi düşünüp tasarlamıştır. Günümüzde sıklıkla tartışma konusu olan AVM’lerinde günlük yaşantımızı makineleştiren bir adım olduğundan bahsedilebilir. “AVM’lerin izi, 19. yüzyılda Walter Benjamin’in ünlü pasajlarına hatta MÖ 7000’lere dönüldüğünde ‘emtia ticareti için kurulan Çatalhöyük kentine’ kadar gider.” (Sykes, 2013; s. 243). Bu oluşumlar farklı zaman aralıklarında gelişse de, aynı eylem çevresinde gelişen ayrı mekanlar tanımlar. Antik kent kişisinin deneyimi günümüz kentlinin rutinine yalnız form değiştirerek gelmiştir.
Süregelen olaylar insanları “yeni” çözümler aramaya itmiştir. Yer ve mekan değişse de, insanlık yeniden arayış içerisine girmiş ve aynı sonuçlar ile karşı karşıya kalmıştır. Bu kısır döngü, kentin ve kent deneyiminin mafsalı haline gelmiş ve sonsuz bir katmanlaşma fikrini açığa çıkarmıştır. Kent ebedi bir yenilenmemeye mahkumdur. Kent kavramı üzerine projeler geliştirmek yerine mevcudu iyileştiren ve geliştiren çözümler daha gerçekçi olacaktır.
Gabriele Boretti, Venedik Bienali kapsamında yaptığı mevcut katmanlaşmış İstanbul modeli üzerinden insanlığın gündemindeki sorunları temel alarak gelecekte kenti nelerin beklediğini tasarlamıştır (Url-1). Boretti’nin İstanbul örneğinde bahsettiği gibi, şehirde yapılan yatay katmanlaşma ulaşılabilecek maksimum yerleşime sahip olduğu zaman farklı bir düzlemde sonsuz bir katmanlaşmaya doğru evrilecektir (Görsel 2,3,4). Görsel 2,3,4 Gabriele Boretti’nin (Url-1) gelecek İstanbul tasvirleri üzerinden kolaj yapılmasıyla yazarlar tarafından üretilmiştir.



Günümüz kenti dikey bir katmanlaşma içindedir. İstanbul’un siluetini bozan yüksek, dikey yapılar insanların nüfus yoğunluğuna ürettikleri bir çözümdür. İhtiyaçlarını karşılamak için katmanlaşmaya giden insanoğlu sürekli artan taleplerine yenik düşerek geçmişte yaşadığı tek katlı yerleşim biriminden çok katlı yaşama birimlerine hatta abartarak gökdelenlere geçiş yapmışlardır.
İnsanlar sürekli tekrar eden sorunlarla karşı karşıya kaldığı, geçmişte verilen örneklerde ve günümüz kent tasarımlarında görülmektedir. Geleceğin kentinin de eskinin tekrarı olarak devam edeceği öngörülmektedir. Nüfus yoğunluğunun getirdiği sorunlar devam edecektir, insanlar farklı şehir tasarımlarına yönelip yaşamını kolaylaştırmaya çalışacaktır fakat bu çözümler geçmişi tekrar ederek “yeni”nin olmadığını gösterecektir. Geleceğin kentinde katmanlaşmanın en üst sınırına ulaşıldığından ve yaşam alanı oluşturmak için yer kalmadığından insanlar yatay mimariye tekrar yönelecektir. Denizlerin üzerine yerleşim yerleri kurulacaktır. İnsanlar nüfus yoğunluğuna çözüm arayarak tüm boş alanları farklı sorunlarla karşı karşıya kalma ihtimaline rağmen yaşam alanı olarak değerlendirecektir. Bu durum sınırlarını aşan hatta sınırları olmayan bir düzen halini gelecektir (Görsel 5).

Bu katmanlaşma modelinin devamı ve düzeni, insanlığın süreç içinde dolaylı olarak kurgulamış olduğu bir algoritma tabanında olacaktır. Sorun çözmek ve karara varmak amacıyla kullanılan bir dizi adım olan bu algoritma, katmanlaşma için önerilen tasarım farklı bileşenlerden oluşacaktır. Tasarımların çeşitliliğine ve özgün olmasına destek olacaktır. Endüstri devriminin sonucu olan tekdüzeliğin dışına çıkılabilecektir.
Tasarımcıların tasarım fikirleri ve düşünceleri aslında bulunduğu coğrafyanın düzenine göre şekillenir. Speküle edilen tasarım 21. yüzyıl verileri kullanılarak insanlığın oluşturacağı bir algoritma üzerinden varolmuştur. Tasarlanan katmanlaşma modeli, 21. yüzyıl fikirleri ve umutlarıyla doğmuştur. Esas gelecek ise tahayyül edilemez bir gerçeklikte olabilir. Sebebi tarihin bu karmaşık algoritmasının biricik değişmezinin “her şeyin değişmesi” olmasıdır.
Kaynaklar
Berman, M. (2004). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (çev. Ümit Altuğ ve Bülent Peker), İletişim Yayınları: İstanbul.
Harari, Y. N. (2017). Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi (çev. Poyzan Nur Taneli), Kolektif Kitap: İstanbul.
Ragon, M. (2010). Modern Mimarlık ve Şehircilik Tarihi (çev. Murat Aykaç Erginöz), Kabalcı Yayınevi: İstanbul.
Sykes, A. K. (2013). Yeni Bir Gündem İnşa Etmek Mimarlık Kuramı 1993-2009 (çev. Göksün Akyürek), Küre Yayınları: İstanbul.
Url-1. https://afasiaarchzine.com/2015/08/42-gabriele-boretti/