MEDİNE YÖNET
Hayatımın nereye evrileceğini ve aslında temelde amacımın ne olduğunu bilmediğim ama derin bir tutkuyla bu bilinmezlikler için çaba gösterdiğim bir süreçteyim. Fark ediyorum ki, mimari tasarım süreçlerinde de ulaşacağım yeri bilmeyişime rağmen tasarımdaki yola o derin tutkuyla bağlanıyorum. Bu tutkuyu süreç boyunca sürdürebilmek karşılaştığım sorunlarla mücadele edebilmem için önem taşıyor. Motivasyonumuzu daima yüksek tutmak tabi ki hiçbir alanda mümkün olmasa da, mimarlık ve tasarım odaklı diğer disiplinlerde kesin sınırların ve kuralların olmaması heyecanımızı korumamızı sağlayabilir.. Tasarım sürecinin önemli bir kısmının problem aramakla, problemlere çözüm üretmekle ve ‘nasıl olabilir’ i araştırmakla geçmesi sayesinde içimizdeki heves canlı kalıyor.
Bir mimari tasarımın oluşum aşamalarında yer alması beklenen belli materyaller vardır. Bunların hangi sıralamayla yapılması gerektiği söylenebilir mi, kümülatif bilgi kullanılarak o zor ilk adım atılabilir mi bilmiyorum. Belki hayatta olduğu gibi tasarımda da kendi deneyimlerimiz süreci şekillendirmelidir. Mesela eskizle kendimizi anlatamadığımızı hissettiğimiz anda maket yaparak devam etmeliyizdir. Seçeceğimiz yolu belirleyen şey öğrenme biçimlerimizle de alakalı olabilir. Bir kişi fikrini modellerken bulduğu görsel bir motivasyonla geliştirebilirken bir başkası kesitlerle fikrinin temellerini oluşturabilir. Bu yolculukların kişiye özgü olduğunu düşünmemin yanı sıra projeden projeye göre de değişebileceğini kanısındayım.
Mimarlık öğrenimimin ikinci yılında, Mimari Proje 3’te Tarlabaşı’nda bir proje yapmamız bekleniyordu. Teknik gezilerle Tarlabaşı ve yakın çevresine ait analizler yapmaya başladık. Kendimi oranın bir parçası hissetmeye çalışıyordum her gidişimde ama ters giden bir şey vardı, farkındaydım bunun. Bir yanda elimdeki deftere gördüklerimi yazmaya çalışıyor, bir yandan fotoğraf çekmek istiyordum. Sokaklar, pencereler insanlarla doluydu; çekiniyordum, rahatsızlık vermek istemiyordum. Tarlabaşı’nı analiz etmek için anlamam gerekiyordu. Anlamak için ise bir bağ kurmam gerekiyordu. Elimde kamera, defter ve kalemle dolaştıkça beni oradan insanların değil kendimin yabancılaştırdığını fark ettim. Tarlabaşı’nı İlhan Berk’in Pera’sıyla keşfe koyuldum.

“Balo Sokağı ile Abanoz Sokağı’nın uzantısında güzeller güzeli Süslü Saksı Sokağı vardır. Bu sokak Sakızağacı Sokağı ile birleştiğinde, küçük, güzel bir alan oluşturur. Karşılıklı evlerle de bir tiyatro dekoru kurar ki, Pera’da bunun bir benzeri yoktur. Bu küçük alan bugün yalnızlığın, bırakılmışlığın o acı burukluğunu yaşar. Bu burukluk giderek bu sokağın bir parçası da olmuştur. Hem belki de bugün Süslü Saksı Sokağı’nı asıl süsleyen bu burukluktur. Kim bilir?” (Berk, 2019; s. 57). İlhan Berk, Tarlabaşı’nı hissediyordu. Hikayelerini anlatıyor, tasarlıyor, gökyüzünü, akşamları, çocukları, kahveleri, sokakları sıralıyor orayı yaşıyordu adeta. Sokakların isimleri, güneşin gelişi, çocukların neşesi, yokuşlar, çıkmazlar hepsi başlı başına birer hikaye, gizemdi artık benim için.
İlhan Berk’in körüklediği merakla Tarlabaşı’nın başka bir yüzünde yolculuğa çıktım. Sokakların isimleri ve gezerken gördüğüm yaşamlar kafamda hikayeler oluşturuyordu. Bir yandan incelediğim alanların 1/500 ölçekte maketini yapıyordum. Akkiraz Sokağı’yla başlıyordu hikaye: Kapıları daima açıktı Akkiraz’ın, kadınlar kapıların önlerinde oturuyor, çocuklarsa bir oyun parkında gibi güvenle oynuyorlardı. Güneşin yere değmeyeceği kadar dar bir yola, karşılıklı evleri birbirine çeken bir hayali bir bağ sebep oluyor gibiydi. Sanki birbirine bakan apartmanlar, bir diğeri olmadan meyve vermeyen Akkiraz ve kırmızı kiraz ağacı gibi birlikte hayat buluyordu. Akkiraz’ın yol ve kaldırımla sınırlı kalmayıp, karşılıklı açık kapılarla evlerin içini de sokağa dahil etmesi belki de bununla ilgiliydi.

Akkiraz’ı geçince Kurdela Sokağa bağlanmak için Düğün Sokaktan geçiyoruz. Düğün bizi Akkiraz’dan aşağıya yuvarlarcasına atan bir yokuş. Evler devrilmemek için kendini Akkiraz’a yaslamış gibi hissediyorsunuz. Biz de sırtımızı Akkiraz’a yaslayıp gökyüzünden aşağı iner gibi Kurdela’ya doğru yol almaya başladık. Düğün’de sokakta oturan kadınlar yok, birbirine çekilen apartmanlar yok, sadece yokuşun tadını çıkaran çocuklar vardı. Kökeni Uygurca bir kelime olan ‘tüğün’ kelimesinden gelen, anlamı bağ olan Düğün’de; sokak aslında o yokuştu. Gökyüzü ile Kurdela arasına atılan bir düğüm olan o yokuş.

Sokakları hikayelerle zaman zaman kurgularla inceledikçe oradaki yaşantıya yakın bir perspektiften bakma imkanı buldum. Kurdela’da her gün sandalyesini yola koyup oturan Zeliha’nın ihtiyaçlarından, okuldan gelen çocukların öğrenmeye aç oluşlarına, yollara atılan dönüştürülmeyi bekleyen kağıtlara tanıklık ettim. Artık söylemek istediğim söze daha yakındım. 1/500 ölçekli makette sokakları tekrar düşünmeye başladım. Telle binaların silüetini oluşturarak yapmıştım maketi. Yapı adaları telle ayakta durabilecek şekildeydi, ama birden çok parça vardı elimde. Çalışmaya başlarken tek tek diziyordum onları. O parçaları üst üste koyup farklı şekillerde birbirine eklemlendirmeye başladım. Ve bunları kendi hikayelerim bağlamında yapabileceğimi düşündüm. O andan itibaren kurgular ve oyunlarla mekanları görmeye başladım. Ve bununla proje yeni bir yola evrildi. Denemeye maketlerle oynayarak başladığım proje, oyunlarla kağıt üretimini gerçekleştiren bir mekana dönüştü. Oyun kurgulayarak da söylemek istediğimiz sözü söyleyebilir miydik?
Tasarım sürecimin aşamalarını hangi kararlarla sıraladığımı, nasıl yönettiğimi belli bir sistematik haline getiremesem de, o aşamalarda projeyle bir bağ kurmaya ve o bağla süreç boyu motive kalmaya çalışıyorum. Sanırım süreci de kendiliğinden yolunu buluyor. Her aşamasını eskizlerle desteklediğim tasarım sürecimin sonunda eskiz defterim şu an bir depoda kilitli kalsa da tasarımı getirdiği nokta benimle birlikte.
Kaynaklar
Berk, İ., (2019). Pera. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 4. Baskı. (İlk basım tarihi: 2000)