Derleyen: Tolgay Keskin

SANATÇININ SANAT ESERİ YARATIMI

Sanatsal etkinlik bilinçdışı bir etkinliktir ve bir ucu insana öteki ucu da doğaya bağlıdır; insandaki bu bilinçdışı etkinlik aynı zamanda doğaya da aittir; bu, doğadan kaynaklanan bir yetenek, doğanın bir armağanıdır, ama tin tarafından yönlendirilen ve yetkinleştirilen bir armağan.” -Hegel

Hegel’e göre duyum ve duygu ile algılanan doğa güzelliği, tinin sadece somut bir yansımasıdır; tinsel ölçütlerden yoksundur ve hakiki tine ulaştırmaz. Bu hâliyle güzel, estetik felsefesine dahil olamaz. Ne zaman ki insan esini/düşüncesi/ruhu ve emeği/tekniği buna dahil olur, o zaman doğadaki eksiklikler tamamlanarak, kusurlar arındırılarak doğa yeniden üstün bir düzeyde yaratılır, özgün sanat eserine dönüşür ve güzel, nihayet estetik felsefesi içinde değerlendirilebilir.

Tinle yüklü bir somutluk olan sanat eseri sayesinde dünyevi objelerin enerjisi/anlamlı özü ve idelerin hakikati ortaya çıkar. Materyal dünya, insani hayal gücü ile şekillendirilerek ruhun temsili hâline gelir. Bu süreci icra eden de sanatçıdır.

Sanatçı; duyusal/sezgisel/biçimsel/sonlu dünyevilik ile imgesel/entelektüel/özsel/kavramsal ebediyet arasındaki uyumu sağlar. Sanatçı, ideleri uygun bir biçimde kendinin bilincine doğru götürür. Bunun için, nesneyi birebir kopya etmeden nesneye müdahale eder, onun özünü kavrar, anlamını genişletir, onu arıtır, eler. Doğal modeli aşar ve hakikati idealleştirir. Bunun için özgün yeteneği ve mevcudiyetindeki tekniği birleştirirerek kusursuz düzeni yakalamaya çalışır.

“Sanat, insan ruhundan var edildiğine göre ne öğrenilebilir ne de öğretilebilir. Öğretilen sadece o ruhtan gelen esinin nasıl ortaya çıkarılacağının yoludur, tekniğidir. Bunun için gerekli olan araç ve gereçlerin tanıtılmasıdır. Sanat potansiyeli olan bir insan için bu potansiyelin keşfedilmesi, yönlendirilmesi ve bir ürün şeklinde ortaya çıkması ancak eğitimle olabilir. Eğitim genel olarak yaratma eyleminden önce var olan biçimleri tanıtır, onları öğretir. Ondan sonra özgün bir biçimde bir esin gibi işlem görür. Sanatçı, duygusal algı ve ussal soyutlama ile kavradığı nesnelerden salt içsel nedenlerle, içsel gereksinimlerle ürün verir. Sanatın amacı, tüm sanat dallarının kendine özgü yöntem ve araçlarla güzeli ortaya çıkarmak, güzelin yarattığı ahengi sergilemek… ve nihayet bu yaratı sonunda alıcısında bir haz duygusu ortaya koyabilmektir.” -Hegel

Böyle bir sanatsal anlatımın güzelliği ile karşılaşan insan, özgürlüğün, sonsuzluğun, tanrısallığın hazzını hisseder. Sanat eserindeki -dünyevi somutluk ile uhrevi soyutluk ara kesitindeki- gerçeklik, imgeler aracılığıyla, duyular ve us ile örtüşür. Artık, tanık olunan deneyim, alımlanan özdür; gerçekliğin imgesidir, kabuktaki hayalettir.

Sanat, saltık tini duyusala dönüştürerek ifade ettiği için din ve felsefe ile aynı misyonu paylaşır. Sadece, onlardan farklı olarak, özü özgürce aktarır.

“Sanattaki güzel, sonlu bir şeyde tasarımlanan bir sonsuzluktur. Hakikat, nesnelliğin kavramla uygunluğudur. Estetik süreç içinde duyusal olan tinselleştirilmiş ve tinsel olan da duyusallaştırılmış olarak görünüşe çıkar. Sanatın amacı, görülen şeylerin dış biçimlerini değil, onların canlı iç ilkelerini, özellikle ruhun düşüncelerini, duygularını, tutkularını ve durumlarını göstermektir. Hakikat, kavram ile nesnellik arasındaki özdeşliktedir. Kavram sayesinde dünyadaki şeyler özlerine sahip olurlar ve varlıklarını sürdürürler. Yalnızca yaratıcı düşünceye (tanrısal erdem) sahip olan şeyler nasılsalar öyledirler.” -Hegel

TARİH İÇİNDE TİNİN SANATSAL İFADESİNİN GELİŞİMİ

Tinin gelişimine paralel olarak sanatsal güzellik, tarih içinde üç evreden geçer.

SEMBOLİK SANAT (MADDE: 1, TİN: 0)

Tinin/İdenin/İnsan zekâsının, kendisini çözümlemeyi öğrenme(yi isteme)den önceki, ergen ve toy sanatsal üretimlerdir.

Tin bulanıktır; açık ve seçik değildir. Doğadaki biçimlerde kendisini arar ancak henüz kendine has bir ifadeyi bulamamıştır. Bu yüzden tinsel içerik, maddi doğanın hep dışındadır; içerik ile madde, uyumlu bir bütün oluşturamaz.

Bu durumda tin, maddiyat içine nüfuz edebilmek üzere içeriğini abartır, kendini yüceltmeye çalışır. Kendi belirsizliğini mistik, görkemli, şaşkınlık ve heyecan veren duygusal ve duyusal imgeler ile şişirir. Bu enflasyonlu hâlini ancak sembolik olarak -en kısa ve öz şekilde aktararak maddiyat içine sokabilir. Ancak bir yandan maddiyatla uyumsuzluğundan dolayı biçimsel ifade olarak yetersiz kalır. Kendi şişkinliğini ifade etme hırsıyla biçimleri kasıtlı olarak bozar (biçimsel manipülasyon) ancak kendi hakikatini maddi dünyada bir türlü net/açık seçik gerçekleştiremez. Bu durumda maddiyat, hakiki içeriğe göre daha ağır basar; madde tine hakim olur; biçimler, enflasyonlu tin gibi ulu ve yüce görünür. Sembolik sanatta tin, güzellik kategorisinin değil, yücelik (sublime) kategorisinin bir parçasıdır. Sembolik sanat özgür değildir ve bir sanatsal kişiliğe rastlanmaz.

Sembolik sanata örnekler; Antik Afrika, Hint, İnka, Mısır mimarisi ile onların sanatlarındaki hayvan başlı tanrılar, abartılı organlara sahip deforme canavarlardır.

Sembolik sanat kendisini en bariz şekilde mimarlıkta gösterir. Mimarlık, doğayı yapılandırarak bir mekân oluşturur. Bu ağır ve mekanik maddi kütle; statikliği, ebatları ve sessizliği ile sonsuz, tanrısal, kutsal bir huzur duygusu verebilir ancak tin, malzemenin içinde hapistir. Tinin kendini gerçekleştirmesine yönelik madde-tin uyumundan yoksundur. Ancak bu kaba ve silik sanat, diğer sanatlara giden yolu açar; onlara mekân sunar.

“Mimari, tanrının tam uygun edimselliğine yolu açan ilk sanattır. Tanrıya bir mekân açar, onun dışsal çerçevesini oluşturur.” -Hegel

KLASİK SANAT (MADDE: 1, TİN: 1)

Sanatın görevi, tinselliği maddiyat ile uyumlu göstermektir. Tinselliğin hâli hazırda beden bulmuş hâli de, doğadaki ayrıcalıklı bir varlık olan akıllı insanın kendisidir. Bu yüzden sanattaki ideal tin-beden uyumu da en üst düzeye, -insan aklının ve formunun merkeze alındığı ve yüceltildiği/idealize edildiği- Antik Yunan ve Rönesans döneminde, insan heykelleriyle ulaşır. En ideal sanat ve en yetkin güzel, Klasik Sanat’taki insan figürü ile yakalanır. Antik Yunan ve Rönesans’ın insan heykelleri ile tin, ideal ifadesine erişir, soyutluktan ve belirsizlikten kurtulur. Özgürce duyusal düzleme geçer ve gerçek güzel, bu tam öz-biçim uyumunda yakalanır. Ancak ne kadar ideal olarak cisimleşse de tin yine de bir kabukta sınırlandırılmıştır.

ROMANTİK SANAT (MADDE: 1, TİN: 2+)

Tin, belirlenmiş dünyevi varoluşunda zamanla kendi sonsuzluğunu hatırlar, kendi bilincine varır, kendini artık saltık tin (absolute geist) olarak kavrar. Bedenin sonlu duyusal sınırlarını aşıp, kabuğunu parçalayıp daha da etkinleşmek ister. Dünyevi düzlemde kendisiyle uyumlu bir biçim bulamaz ve maddiyatla uyumunu, üstün olmak adına bozar; maddiyatı ele geçirir ve peşinden sürükler. Maddiyat içine sıkışamayacak kadar ihtişamlı, saygın hâle gelen tin bu aşamada artık bir soluk, esin haline gelir; direk ruhlara hitap eder.

Bu aşama, ifadesini Hristiyan sanatı ve modern sanatlarda bulur. Bu dönemlerin sanatları içe dönük, duygusal olarak dinamik ve özneldir. Öz/içerik, maddiyatın ifade edebildiğinden fazlasını aktaracak kadar derin ve içsel ifadeye sahiptir. Artık, malzemesi simgeleşmiş renk ve sestir. Sanatsal ifadesini ise hiyerarşik olarak sırasıyla resim, müzik ve şiir ile bulur.

Resim, maddiyatı 2 boyutlu tasarlayarak, ruhun derin duygularını ve hazlarını ifade edebilir.

Müzik ile tin, maddiyattan iyice uzaklaşmaya başlar. Zaman içindeki ritmik akışıyla, direk insanın içsel ve düşünsel zaman ve ritim duygusuna hitap eder, onlarla senkronize olabilir. Böylece insanın en ince ve gizli duyguları harekete geçirebilir; bu sayede de birçok duygusal nüansı iletebilir.

En tinsel sanat ise şiirdir. Doğrudan ruha hitap eden imgeleri anlatarak duyguların ötesinde düşünce alanına yükselir ve düşüncenin özünü aktarır.

Bu aşamadan sonra saltık tin, felsefeye varmak için sanatı terk eder.

SANATIN ÖLÜMÜ VE FELSEFE

Mimariden şiire doğru maddeden kurtulan tin, duygu ve düşünceleri söz ile ifade etmeye ulaşır. Bu aşamada tin, en yüksek öz farkındalığa ulaşmak ve kendini daha iyi ifade edebilmek adına artık kavramsal düzeye geçer. Sanatların, estetik formun, simgelerin, güzelin sınırlarını aşarak felsefeye yönelir.

Hegel’e göre, tarihsel diyalektik süreç, felsefeyle zirveye ulaşmıştır; artık sanatın sezgisel, duygusal ifadeleri ilkel kalmıştır. Sanat, tin gelişimine yönelik tarihsel görevini tamamlamış ve sona ermiştir. Günümüzde de sanat bizi kavramsal düşünmeye ve felsefeye yöneltiyor; sanat üzerine felsefe yapıyoruz. Ancak yine de Hegel’e göre sanat, tinin ifadesi olmaktan ziyade, kültürel ve kişisel ifade için var olmaya devam etmektedir.

Kaynak
“Sanat ve Estetik Kuramları” Nejat Bozkurt
“Estetik ve Temel Kuramları” Ayşe Özel
“Sanat ve Estetik Kuramlar” Doç. Dr. Rasim Başak



Yorum bırakın