AYÇİN ATUKEREN

İnsan merkezci düşünce kalıplarının yıkıldığı çağdaş yaklaşımların farklı teorilerle söylemeye çalıştıklarını; bu teorilerin insan-insan olmayan ayrım yapmaksızın var olan her şeyle beraber varoluşa, işleyişe dair açabilecekleri perspektifleri anlamak için her birine mesafelenerek kalıp yargı ve tanımlardan arınabilmek üzere bir deneme.

İnsan merkezli düşünceden arınmak için hümanist varoluşçu teoriye geri dönmek ve belki de burayı genişletmek, derinleştirmek gerekli olabilir. Fakat şimdilik, hümanist varoluşçu düşüncenin derinliklerine dalmadan ve her oluş için ortaklaştırmak üzere insan olmanın ne olduğunu, nasıl oluşunu inşa ettiğini veya özgürleştiğini sormadan, Sartre’a referansla (Sartre, 2018), insanın varoluşsal gerekliliğine; birlikte var olduğu diğerleriyle ilişkinin varoluş için önem ve kabulüne dayanarak ‘toplum’ kavramı üzerinden ilerlenebilir ve hümanist kabuğu genişletebilmek üzere ‘toplum’un tanımında küçük bir revize; bir çıkarma işlemiyle yolculuk başlayabilir.

Toplum, TDK tanımına göre, ‘aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü’. Çok basite indirgeyerek bu tanımdan insanı çıkartırsak toplum, ‘aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan(lar)ın tümü’ haline gelir. Bu güncel tanım ile ‘aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşam’ı doğaya, ‘temel çıkarlar’ı ise var olma, oluşunu sürdürme isteğine kadar genişletilebilir. Fakat bu açılımları temellendirmeye girişmeden, ilk olarak toplumun -ilişkilenen diğer(ler)inin- içeriğinin var olan her şeye genişlemesi, sorumluluk düşüncesi ile açılabilir. Bu, yine Sartre’a referansla (Sartre, 2018), insanın birlikte var olduğu diğerlerine karşı sorumluluğunu insandan var olan her şeye kadar genişletir. Ki, bu tutumun dahi başlı başına insanın var olan her şey ile iş birliğini, var olan her şeye karşı sorumluluğunu kabul etmesiyle insan merkezci düşünceden arınmayı kendiliğinden getirdiği görülebilir. Öte yandan bu tanımdaki revizenin söylediği temel şey, insanın insan olmayanlar için üstlendiği sorumluluktan öte, var olan her şeyin birbirleri ile, birbirleri aracılığıyla var oldukları ve dolayısıyla aynı varoluşsal değere sahip oldukları olabilir. Başka bir ifade ile hümanist varoluşçu düşüncede eğer insan toplum -ilişkilendiği diğerleri- ile varoluşunu inşa ediyor ise, yeni tanım ile var olanların tümü, birbirleri ile ilişkilendikçe (iş birliği) kendi oluşlarını inşa eder. Bu açılımla beraber, derin ekolojinin söylemleriyle paralel olarak (Næss, 1989), var olan her şeyin kendine has karmaşıklık eğişinde varoluşsal gücünü, değeri, ‘kendi’sini ve dolayısıyla eş varoluşsal hakkını kabul etmenin anlam ve önemi tartışılabilir hale gelir. Dolayısıyla kastedilen sorumluluk, her oluşun kendine has varoluşu için sahip olduğu eş varoluşsal hakkı içindir. Burada Naes’in (Næss, 1989) ifade ettiği eşitlik ve eş varoluşsal hak arasındaki farkı açmak iyi olabilir. Eş varoluşsal hak, oluşlar arası varoluşsal güç ya da karmaşıklık eşiği eşitliği yerine her tür ya da bireyin kendine has farkını kabul ederek kendine has farklı ve gücü ile varoluş hakkına refere eder. Bu toplumun içeriğini genişletmenin ve dolayısıyla insanı merkezli olmaktan arınmanın sorgulattığı eş varoluşsal hakkın ütopik bir söylem olmadığını, mevcut yaşamda kabul edilebileceğini, kavranabileceğini anlamak için önemlidir.

Belki burada evrimsel tekdüzen ilkesi -üniformitaryanizm- ile düşünmek eş varoluşsal hakkı ve her oluş için ortaklaşan işleyişi sindirmeye yardımcı olabilir. Biraz indirgeyici bir yaklaşım olduğunu kabul etmeyle beraber, bu her oluşun varoluşunun -işleyişinin- aynı ilkeyle gerçekleşmesi düşüncesiyle türler arası ayrım yapmaksızın var olan her şeyin diğerleriyle ilişkileriyle kendilerine has varoluşlarını inşa ettiği düşüncesi temellendirilebilir. Bu anlamda, toplum tanımındaki bu revizenin getirisi olarak da değerlendirilebilen bu düşünce ile insan egemen dünya görüşünden arınmanın var olanlar arasında bir özdeşlik düşüncesi türettiği görülebilir hale gelir. Kastedilen özdeşlik oluşlar arası aynılık yerine varoluşsal, işleyişsel bir ortaklıktır. Yani ‘öz’ olan, ne olduğu yerine nasıl var olduğu ile ilgilidir ve diğer her şey değişkendir. Bu noktada ‘doğa’nın TDK’daki tanımı-‘kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi’- ile ‘toplum’a dair bu revize açılımların getirisi olarak ‘doğa’ ve ‘toplum’ özdeşliğini de kaçınılmazlaşır. Ki eş varoluşsal hak ve eşitlik arası ayrım ile açıklandığı üzere söz konusu (işleyişsel) özdeşliğin oluşlar arası farkın önem ve kabulüne yapılan vurgu, yine evrimi mümkün kılan 4 ilkenin öncelediği fark[1] ile örtüştürülerek işleyişin, varoluşsal sürecin soruşturulabileceğini gösterir.

‘Toplum’un tanımındaki bu çıkarma işleminde kritik olan diğer bir şey ise, bu işlemin aslında insanın çıkarılması olmadığı ve niyetin işleyişe yeniden ve derinlemesine bakmak olduğunu fark etmektir. Nitekim ‘toplum’ tanımından insanı çıkarma pratiği, insan dahil var olan her şeyi toplumun içerisine dahil eden bir bir araya getirme, bir toplama işlemi olarak değerlendirilebilir. Bir araya getirme ve çıkarma arasındaki bu özdeşleşme ile farklı düşünce denemeleri üretebilmek için bu işlemi evrimsel ilkelerden kalıtım ile örtüştürmek bile mümkün olabilir. Şöyle ki, insanın çıkartılması ile türeyen var olan her şeyin yerleşebileceği boşluk, aslında yerini insan dahil her şeyin doldurabileceği bir çokluk haline gelir. Ki bu, tanımda insanın görünmez hale gelmesinin karşılığı olarak alışıldığı haliyle çıkarma işleminin aslında diğer birçok olasılıkla çoğalabilmeye müsaade ederken (insanın) hala varlığını koruyabilmesine izin veren bir kalıtım süreci olarak düşünebilmeye kapı aralar. Dolayısıyla, toplum tanımındaki bu revize ile insan merkezci düşünceden uzaklaşmanın aslında insanın merkezden çıkarılması yerine böylesi bir merkezin hiç olmadığını fark etme meselesi olduğunu anlamak için önemli kabul edilebilir. Nitekim bu, söz konusu çağdaş dünya görüşleriyle kastedilenlerin insanı dışsallaştırmak ya da kötücül pozisyonlara itmek olarak anlama eğiliminin önünü kesmeyi sağlayabilir. Ki bu insanı dışsallaştırmadan ya da kötücül pozisyona itmeden insan otoritesinden arınma düşüncesi, insanın varoluşsal değerinin ve her oluşa genişleyen sorumluluğu ile varoluşsal rolünün kabulüyle sorgulayabilmeyi beraberinde getirir. Bu temelde bu sorgulamaları üreten insanın işleyişten kopuk olmadığını; insanın işlevsizleştirilmeden bu işleyişin bir parçası olduğunun farkında olabilmesi için önemlidir. Aksi hal, ironik bir şekilde insan olmayanlar için insanı dışsallaştıran insan olmak gibi (?) henüz sindirilmediği çok açık soruşturmalar üretmeye evrilebilir.

Tüm bunlarla beraber var olan her şey gibi, toplumun -doğanın- bir parçası olan insanın bu açılımları sindirmesi ve sorumluluğu üstlenmesinin neliğini ve yolunu tartışmak kritikleşir. Burada temelde diğer(ler)ini anlamak üzere ‘empati’ olumlamalarından biraz uzaklaşmak ve beraberinde içeriğini derinleştirmek için ‘sempati’ye bakmak faydalı olabilir. Spuybroek’un Almanca kelime kökenleriyle beraber, birlikte yaşamak ve sempati (living-with ve feeling-with) arasında kurduğu ilişkideki (Spuybroek, 2016) birlikte yaşamı toplum ile örtüştürmek mümkün iken bunun üzerinden türeyen sempati kabaca birlikte hissetmek olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda, sempati birlikte var olduğu diğerini anlamak yerine, varoluşun ortaklığını (iş birliği ve özdeşlik), diğer(ler)i ile birlikte var olduğunu içselleştirmek olarak düşünülebilir. Dolayısıyla insanın parçası olduğu bu çoklukta insan ya da insan olmayan var olan her şeyle ortaklığını, bu işleyişin özdeş bir parçası olduğunu sindirmenin karşılığı olarak sempati önemli hale gelirken, bunun ötesinde tüm bunlarla varoluşsal rolünü, sorumluluğunu yerine getirebilmesinin yolu olarak da kritik hale geldiği söylenebilir. Başka bir ifade ile sempati, oluşlar arası farkı, işleyişsel özdeşliği ve ortaklığı kabul ederek insanın hem (etken bir parça olarak) kendisini hem de (insan ve insan olmayan ayrımı yapmaksızın) ilişkilendiği diğerlerinin eş varoluşsal hakkını eş zamanlı kabul ederek eylemesinin; işleyişle -toplumla, doğaya ve var olan her şeyle- hemhal olmanın yolu olabilir.

Şimdilik, insan merkezci düşünceden arınan herhangi bir kuramın ne söylediğine doğrudan yoğunlaşmadan, ‘toplum’ tanımında indirgemeci bu küçük revizenin yol göstericiliği ile birtakım sıçramalarla türeyen ‘işleyiş’, ‘eş varoluşsal hak’, ‘özdeşlik’, ‘iş birliği’, ‘sempati’ gibi üretken kavramlar açık uçlu bir halde böylece işaretlenerek bırakılabilir. Belki de bu denemede kritik olan sadece süreç boyunca bitmiş, netleşmiş, temellenmiş hiçbir şey olmadığının altını çizmektir. Eleştirel mesafeyi gözeterek ve yönünü biraz daha öncesine çevirerek ilerleyen indirgemeci ve çatallaşmış bu düşünsel sürecin açabilecekleri veyahut derinleşebileceklerinin kendiliğinden, kendisini üretmesi dileğiyle….

Dipnotlar

[1] Darwin’in Türlerin Kökeni’nde ortaya koydukları dört önermenin mantıksal sonucudur.

  • Bir populasyondaki bireyler, ilgili karakter (örneğin, renklenme, vücutbüyüklüğü vb.) açısından birbirinden farklıdır.
  • Bir populasyondaki bireyler arasında değişkenlik sergileyen karakter, enazından bir dereceye kadar, kalıtılabilirdir (yani, ilgili karakter açısındanbireyler arasında gözlenen değişkenliğin en azından bir kısmı, genetikdeğişkenlikle ilişkilidir).
  • Bir populasyondaki bireyler, uyum gücü (yani, hayatta kalma ve/veya üremebaşarısı) açısından birbirinden farklıdır.
  • Bir populasyondaki bireylerin uyum gücü, ilgili kalıtılabilir karakterle ilişkilidir.

Kaynaklar

Gür, H. (2016). Doğal seçilim yoluyla evrim, güncel bir örnek Alaca baykuş. İçinde Iraz Akış ve N. Ezgi Altınışık (Editör), Evrimin Işığında. (s. 197-206) .İstanbul: Yazılama Yayınevi.

Næss, A. (1989). Ecology, community, and lifestyle : outline of an ecosophy. Cambridge University Press.

Sartre, P. (2018). Varoluşçuluk. (A. Bezirci, Çev.). İstanbul: Say Yayınları.

Spuybroek, L. (2016). The sympathy of things: Ruskin and the ecology of design. Bloomsbury Publishing.

Yorum bırakın