FERNANDO GARCIA AMEN
Giriş. Antroposen, Hibritleşme ve Siborglar
Onsekizinci yüzyılda Viyana Sarayında Wolfgang von Kempelen olarak da bilinen Slovakyalı Ján Vlk Kempelen, esas olarak üç konuda ön plana çıkmıştır: satranç oynama hüneri, Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa I’in danışmanı oluşu ve bir şekilde deneysel fonetiğin yolunu açan “konuşma makinesi” gibi kimi icatları ile. Ama hepsinden önemlisi, zamanın en parlak sahne mekanizmalarından biri oluşturan başka bir icadıyla ün kazanmıştır. “Türk” olarak bilinen bu icat, karmaşık bir mekanik yapıydı. Bu ilizyondaki deha, dişlilerinin teknik özelliklerinin, hareket mekanizmalarının ve iç yapısının ergonomik işleyişinin çok ötesindeydi. Daha önce hiç görülmemiş bir cihaz olan “Türk”, önce Viyana sarayını hayrete düşürdü, ardından ünü Avusturya-Macaristan imparatorluğunun sınırlarını aştı.Yerleşik bir tahtada satranç oynayabilen ve oyunun kuralları dahilinde farklı stratejiler uygulayabilen insan özelliklerine sahip bir otomatın bedensel figüründen oluşuyordu. O kadar iyiydi ki, zamanın tanınmış satranç oyuncularını yenmeyi başardı ve o dönemin kültürel bağlamında büyük bir takdir elde etti. Birçoğu için cesaret isteyen bir deneyimdi, çünkü bu gerçek, belirsizliklerle dolu bir geleceğe, şüphecilik dönemine bir kapı açtı. Yıllar sonra, pano üzerindeki parçaların hareket mekanizmalarını aktive etmek için yapının içinde saklanan bir adamın maskaralık olarak gösterilmesinin ardından bu buluş, Sanayi Devrimi’nin mekanik olarak çalışan dokuma tezgahının yaratılmasında ilham kaynağı olacaktı. Böylelikle, dişliler ve mühendislik aletlerini kullanarak dokuma yapabilen yapılar çoğaldı ve tekstil üretimi o zamanlar hayal bile edilemeyen sınırlara kadar hızlanarak genişledi Teknolojide devrim daha yeni başlıyordu ve ayakları yere güçlü bir şekilde basıyordu. Ancak bu doğrudan etkinin ötesinde, reddedilemez başka bir bulgu daha vardır: mühendislik ve mekaniğin bir insan zihnini simüle edebileceği fikri ilk kez güvenilir bir şekilde sınanmıştı ve bu fikir açıkça – ve hala da öyledir – , rahatsız ediciydi. “Türk”, insan zihnini taklit eden bir makineyi taklit eden insan zihniydi. Bir yalan olsa da, insan ile insan olmayan arasındaki melezleşme iradesinin – bu durumda insan ve makine arasında – tam bir simbiyoz (ortakyaşam) olarak ifade edildiği ilk durumlardan biri ile karşı karşıyayız. Belki de Haraway’in (1985) daha sonra Siborg Manifestosu’nda neye atıfta bulunacağına dair bir öncü fikir: “insan”, “hayvan” ve “makine” arasındaki kavramsal sınırlamaların reddedilmesi olabilir. Siborg muğlaktır: miras aldığı taksonomilerin katı ve “güvenli” sınırlarını bozarak bütünleştirir, karıştırır ve bulanıklaştırır. Tüm seviyelerde sınırların çözülmesi, sistemlerarası geçirgenlik ve birlikte çalışabilirlik çağrısında bulunur, böylece sürekli bir hibritleşme ve kronik kriz hali örer.


Antroposen fikri, Deleuzyen anlamda insanı yersiz yurtsuzlaştıran ve yeniden yer(el)leştiren bu hibritleşmeden büyük ölçüde beslenir. Doğrulanabilir bir jeolojik çağdan çok teknopolitik bir tanım olarak değerlendirilebilecek Antroposen, sayısız yorumların, olası kökenlerin, olayların ve büyük çeşitliliğin etkilerinin gösterildiği farklı ve çok çeşitli okumalar kaydeder. Antroposen terimi ilk olarak Crutzen (2000) tarafından sunulmuştur ancak bilim insanları arasında anlamı veya nitelemesi konusunda bir fikir birliği bulunmamaktadır. Ama belki de bu sayede günümüzde tartışabildiğimiz bir konu olmasının yanı sıra olası birçok gelecek hakkında düşünmenin ilginç bir girdisidir.
Morton (2018) Antroposen’in başlangıcını 12.500 yıl önceye, dünyanın en büyük çok ölçekli manipülasyonunun tamamen insan iradesine dayalı olarak başladığı, verimli topraklarda gelişen toprak bilimi ile ilgili (agrolojik) bir proje fikrine dayandırıyor. Diğer yazarlara göre antroposen, başlangıcını dünyanın katmanları üzerinde kömür çökeltilerinin birikiminin kademeli olarak artışına yol açan Birinci Sanayi Devrimi ve buhar makinası ile aynı zamana denk gelir. Yine de, kökeninin belirsizliğinin ötesinde, tarafların ayrı ayrı görüşleri bütünün genel bir değerlendirmesinden çok daha karmaşıktır ve mevcut fikir birliği bu fenomenin – ya da Morton’u yorumlayacak olursak bu agroloji projesinin – ivmelenen ve değişen doğasına dayanmaktadır.

Antroposen, belki de, insan eylemiyle doğaldan doğal sonrasına geçişin kesinliğidir. Morton (2013) somut bir olayı bu dönüşümün simgesi olarak nitelendirmektedir: 1945’te Alamogordo, New Mexico’da ilk atom bombasının patlaması. Bir uranyum bombasının patlaması, radikal bir jeofiziksel değişim yarattı:Patlama, kumu güneşten on bin kat daha yüksek bir sıcaklığa kadar eritti ve daha sonra trinitit olarak isimlendirilen yeni bir mineral oluşumuna neden oldu (Ruiz-Larrea, 2019). Deneysel bir patlamadan elde edilen bu malzeme öngörülemeyen, beklenmedik ve kontrol edilemeyen sonuçları olan karmaşık teknolojik sistemlerin (bu durumda, askeri nitelikteki) eylemi yoluyla alanı bir kez daha çok ölçekli hale getirdi.
Devasa bir radyoaktif madde katmanının oluşumu, çevresel sistemler ile ekosistemlerdeki patlamanın sonuçları ve sonraki süreçte radyasyonun etkisiyle ölüm oranlarında meydana gelen etkiler, bölgede büyük bir insan eylemi lekesi bırakarak doğa sonrası fikrinin pekiştirilmesine katkıda bulundu. Patlamanın bu kritik on altı milisaniyesinden hemen sonraki an, yalnızca insanlığın ürettiği ilk jeolojik malzemenin yanlışlıkla yaratılmasını değil, aynı zamanda tarihte bir dönüm noktası oluşturan protokoller ile teknopolitik, kültürel ve teknolojik yapıların bir alaşımını de belirledi. Böylece Antroposen, insan eyleminin ve insan olmayanın doğasının melezleşmesi için bir biçimde desteki oluşturur ve aynı zamanda madde, canlı, cansız ve uzay-zaman ölçekleri arasındaki ilişkileri algılama şeklini yeniden biçimlendirme ve yeniden düşünme ihtiyacını doğurur. Başka bir deyişle, hibritleşmenin çoklu vektörlerini düşünmek ve bir hiper nesne olarak ‘xeno’ ve ‘siborg’u tamamen özümsemek için geleneksel bir süreç yerine bir tasarım perspektifinden bakmaya ihtiyaç vardır. Yani, zamanda ve mekanda büsbütün dağıtılan nesne, insanla bir iletişim ve daimi bir etkileşim halindedir ve bunun bir uzantısı olarak insan olmayan yapılarla da etkileşir.
Makina, Sibernetik ve Algoritmalar
“Makina Üzerine Fragmanlar” kitabında Marx, “makineliğin” kavrayışına kendi bakış açısından süzerek bir yorum getirir. Land dahil kimi yazarlar bu atıfı ivmelenme felsefesinin kökenlerinden bir olarak gösterirler: “Doğa makineler, lokomotifler, demiryolları, elektrikli telgraflar, dokuma tezgahları vb. inşaa etmez. Bunlar insan endüstrisinin ürünleridir: doğa ya da doğadaki eylemi üzerinde insan iradesinin organlarına dönüştürülen doğal malzeme. İnsan elinin yarattığı insan beyninin organlarıdır; bilginin nesnelleştirilmiş gücü” (Marx, 1858). Etkin, üretken ve yaratıcı bir varlık olarak bu nesnelleştirilmiş bilginin gücü, tüm düzeylerde üretim ilişkilerini yöneten düşünce sistemlerinin manipülasyonu, dönüşümü ve inşası için katlanarak artan kapasiteye ve yaratıcı eylem üzerinde kontrole sahiptir.
1960’larda Banham[2], analizlerinde karşılaştığı ve kendisini ilginç bir yere konumlandıracak olan, makinenin birkaç on yıllık aralıklarla inşa edilen birinci çağı tanımını geliştirir. O dönemden itibaren ikinci makina çağı (ya da geriye itim çağı ya da deterjanlı yıllar ya da ikinci sanayi devrimi) olarak anılacaktır. İlk İngilizce baskısının girişinde Banham, o yıllarda makina kültüründe tapınma vizyonunun ve bir kurtuluş aracı olarak makinanın gizemininin gelişmeye ve sürat kazanmaya başladığı düşünülecek olursa, doğal yokoluş distopyasını dışarıda bırakarak teknolojik bir ütopya görüşünü ortaya koymayı dener. Banham ayrıca aynı metinde, Dünya’yı yaşanmaz bir yere dönüşmesi örtük riskini dışarıda tutarak, “neredeyse sınırsız enerji kaynaklarına erişim” dediği şeye atıfta bulunmaktadır. Dahası, yazarın alternatif olarak bu gezegenden ayrılma ve başkalarını kolonileştirme olasılığını sunmasından dolayı, acil veya orta vadeli bir risk olarak görülmez. Uzay yarışının şafağında – ve oldukça prestijli yazarlar tarafından teşvik edilen- bu fikir, erişilebilir değilse de en azından filizlenebilir bir olasılık olarak görülmüştür. Adrian Berry (1973) gibi uzmanlar ve çok sayıda bilim kurgu yazarı da bu konuyu teorileştirecektir. Bu makalenin yazarı tarafından tasarımda “ivmelendirici perspektif” için bir başlangıç noktası olarak kabul edilen Banham’ın bir başka gözlemine daha değinmek yerinde olacaktır. Bilginin doğası üzerine insan keşiflerinin “elektronik” bilimine olanak sağladığı bulgusudur. Banham’ın tanımıyla bu bulgu “rutin düşüncenin en bıktırıcı kısmını” ve “insan düşüncesini bazı dar görüşlü yönetici seçkinlerin ihtiyaçlarına hizmet ettiği yönünde koşullandırmayı” icra etmektir (Banham, 1985). Marx’a göre bilginin nesnel gücü, seçkin elitlerin insan eyleminin deneysel ve performatif araştırma ürünlerine el koymakla doğrudan ilgilenmeye başladığı bir dönemde, onları yaratmaya ve yeniden yaratmaya katkıda bulunurken, zamanın teknolojik belirteçlerini sunar. Önce militer bir gayretle, sonra da sayısız olası disiplinin yansımasıyla.
İnsanla bir ilişkisi olmayan makine benzeri bir geleceğin katı hayal gücü nedeniyle esasen asla gelişemeyen fütürizmi ve onun makine kültüne yapılan açık referansı ya da literatürde çokça geçen Archigram grubunu bir kenara bırakırsak, tasarım sürecindeki sibernetik çalışmalarına ve özellikle Gordon Pask’a kısaca değinmek kaçınılmaz görünüyor. Projenin üretimine ve bunun hem makine hem de insan üzerindeki yansımalarına önemli katkılar sağladı: “Viktorya dönemi boyunca, yeni teknikler saf mimari tarafından asimile edilemeyecek kadar hızlı geliştirildi, yeni sorunlar ortaya çıktı ve örneğin bir ‘tren istasyonu’ veya ‘muhteşem bir sergi’ yapmak gibi saf mimarinin kurallarını uygulayarak artık çözülemeyecekti. O günlerde bu tür acayip sorunların çözümü, ihtiyaç duyulan binaları insan toplumu ekosisteminin bir parçası olarak görmeye açık bir biçimde bağlıdır. (…). Bunun nedeni oldukça nettir. 1800’lerin başlarının saf mimarisi, inovasyonu engelleyen dilin kendi kısıtlamalarına rağmen bir üst dile sahipken, yeni (ve zenginleştirilmiş) mimari henüz kendi dilini geliştirememişti. Bunu ifade etmenin başka bir yolu da yeni mimarinin bir teorisinin olmadığını söylemek olabilir (Pask, 1969).

Pask’ın çalışmasının ve tasarım kuramlarını sibernetiğin bir dalı olarak ele almanın yansıması, zamanının oldukça ilerisinde bir vizyonla, proje araştırması için çok sayıda yol açar. Sibernetik, dijitalin henüz konuşulmadığı bir dönemde insan ve makine arasındaki etkileşim ilişkisi olarak ifade edilmektedir. Bu, Londra’daki Çağdaş Sanatlar Enstitüsü’ndeki 1968 ‘Sibernetik Serendipity’ sergisinde gözler önüne serilmektedir. Buradan da Stafford Beer’e referansla mimarlık ve sibernetik, mimarların temelde sistem yaratıcıları olduğu, gelişmelerinin organizasyon özelliklerini anlamaları, bunlarda ustalaşmaları ve mimarların esasen yöneylem araştırması felsefesine katılımları fikrini paylaşarak yakın bağlar geliştirmeye başlarlar. Sibernetik, tek bir teoride tasarım disiplinine tutarlılık kazandırabilecek kavramsal bir alaşım olarak adlandırıldı: mimarlığın sibernetik kuramı. Bu vizyon, Cedric Price’ın ‘Fun Palace’ gibi kimi projelerine, Christopher Alexander’ın kuramsal çalışmalarına ve hatta daha sonra Pask’ın bir sürecin kontrolü olarak tasarım fikrini paylaştığı Peter Eisenman’a ilham verecektir. Böylelikle sibernetik, onu eleştirenlerinin genel olarak teşvik ettiği kaba anlayıştan, yani projenin hesaplama gücünün hızlanmasının bir yan ürünü olarak indirgemeci vizyonundan değil, parametrik evrenin ve Lacasta’nın (2015) biraz daha ileri giderek “sosyometrik mimari” olarak adlandırdığı şeyin giriş kapılarını araladığı için dijitalin gelişinin yolunu açar.
Sibernetiğin önermelerine dayanan dijitalin farklı performatif keşifleri, tasarımın hizmetinde algoritmaları üreten yapılar haline geldi. Bu aşamaların, onları tanımlayan yazara bağlı olarak farklı isimleri bulunmaktadır. Carpo (2011), 1992 ile 2012 arasındaki dönemi dijital eşik olarak adlandırır ve daha sonra mevcut aşamayı tanımlar (2012 ile günümüz arasının ikinci dijital eşik olduğu kabul edilir) Carpo, 2017). Bu eşiklerden ilki, hesaplama gücünün kullanımını ve biçimin hizmetinde geometrik keşif olanaklarını vurgulamaktadır. Yani, kendi başına tekniğin galası veya teknolojik şehvet teşhirciliğin yükselişidir. Bunun yerine Alberti-vari Rönesans nosyonunu sorgulayan ikinci eşik, dijital sonrası çağda kitlesel bireyselleştirme, yapay zeka ve yazarlık kavramının yeniden tanımlanması gibi kavram ve fikirleri bir araya getirerek, tasarımın arkasındaki zeka olarak öne sürülür. Carpo (2011) ve ayrıca en seçkin yazarlar arasında kabul edilen Ortega (2017), bu fikri birkaç yıl önce çoktan ortaya koymuştu.
Bununla birlikte, taksonomiler ve tarih yazımsal tanımlardan ayrı olarak apaçık bulgu, insan ve makina arasında ivmelenmiş ve daha önce benzeri görülmemiş bir teknolojik yükselişte gittikçe yakınlaşan ilişkidir. Sayısal hesaplama yoluyla tasarım araçlarıyla bütünleşen ve dijitale uygulanan sibernetik, yaratım sürecinin ayrılmaz bir parçası olmak için sağlık hizmetleri durumunun ötesinde karmaşık bir süreç ağını örmeyi başarır: siber mimari, dijital mimari ve karmaşık simülasyon ortamları. Algoritmaların evrimi, biyo-korsanlık, makine öğrenmesi ve yapay zeka, tasarımda dijital için bir araç olarak değil, dijital sonrası dünyada yaratıcı bir varlık olarak yeni bir statü sağlıyor gibi görünüyor. Bugün, Pask’ın denetleyicinin (mimarın) kontrol edilen nesne (tasarım) üzerinde tam bir güce sahip olduğu vizyonunun kaybolmanın eşiğinde olduğunu iddia etmek abes kaçmaz.
Notlar
1. Yazının orjinali 17 Temmuz 2020 tarihinde Revista Arquisur dergisinde yayınlanmıştır. https://doi.org/10.14409/ar.v10i17.8971
İngilizcesi için: https://tinyurl.com/FGA-humanAndNonHuman
2. “İlk Makina Çağı’nda Teori ve Tasarım”, İngilizcesi “Theory and Design in the First Machine Age”
Kaynaklar
Banham, R. “Teoría y diseño en la primera era de la máquina”. Paidós. Barcelona, 1985.
Berry, A. “Los próximos 10.000 años”. Alianza Publishing house. Madrid, 1973
Carpo, M. “The alphabet and the algorithm”. MIT Press, Boston, 2011.
Carpo, M. “The second digital turn. Design beyond intelligence”. MIT Press, Boston, 2017.
Crutzen, P. “Have we entered the Anthropocene?”.IGBP Newsletter no. 41. 2000. Recovered in April 2020 from: http://www.igbp.net/news/opinion/opinion/haveweenteredtheanthropocene.5.d8b4c3c12bf3be638a8000578.html
Haraway, D. “A Cyborg Manifesto: Science, Technology, and Socialist-Feminism in the Late 20th Century”. Minnesota Press, Minnesota, 2016.
Lacasta, M. “Gordon Pask. Entre Eisenman y Venturi”. 2015. Recovered in April 2020 from https://axonometrica.blog/2015/06/08/gordon-pask-entre-eisenman-y-venturi/
Land, N. “Colapso”. Conferencia Virtual Futures, University of Warwick, 1994. Included in volume “Fanged Noumena”. Holobionte publishing, Salamanca, 2019.
Morton, T. “Donde viven los monstruos”. Revista Bartlebooth, no. 9. Vigo, 2018.
Morton, T. “Hyperobjects: Philosophy and Ecology after the End of the World (Posthumanities)”. Minnesota Press; Minnesota, 2013.
Ortega, L. “Autoría en la arquitectura de la época posdigital”. Puente Editores, Barcelona, 2017.
Pask, G. “The architectural relevance of cybernetics”. Architectural Design, Edition no. 7/6, John Wiley & Sons Ltd, Londres, 1969.
Ruiz-Larrea, G. “Geologías críticas postnaturales”. Revista Bartlebooth, no. 9. Vigo, 2018.