ÇAĞIN ÇETİN
Bir kent ile nasıl karşılaşılır? Yollarımız kesişebilir, varış noktası ile aramızda bir durak olabilir, orada doğmuşuzdur yani olduk olası bildiğimiz bir yerdir, işimiz düşmüş olabilir, “bugün, efendime söyleyeyim yarın unutacağımız şu orman yandı” haberlerinden duymuşuzdur, biraz meraklıysak olimpiyatlardan, bienallerden, film festivallerinden ya da sergilerden… Pek çok şekilde bir kent ile karşılaşabiliriz. Size uzun zaman önce karşılaştığım ancak nihayetinde yüz yüze tanışmamızın bir tanıdık vesilesiyle gerçekleştiği İzmir ile tanışma hikâyemizi anlatmak isterim. İşte ülkemizin batısında, yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olması bilgileri dışında, zihnimde yer eden birkaç yer vardı İzmir ile ilk karşılaşmamızda. Bunlardan birkaçı tahmin edebileceğiniz gibi, Pier’den kordon hattına baktığım bir köşe, İzmir Enternasyonal Fuarı kapsamında düzenlenen bir konserin giriş sırasında beklerken, oracıkta muhabbete tutuşan bir grup insanla hatırladığım Kültürpark 26 Ağustos girişi, üniversiteden pek kıymetli arkadaşımla görüştüğüm Sevinç Pastanesi önü, akşam vakti sicim gibi bir yağmur yağarken şemsiyemin izin verdiği ölçüde görebildiğim, benim için akşam ve yağmur ile özdeşleşmiş olan ışıklı ve şen Süvari caddesi, Bostanlı’da yapımı tamamlanan gün batımı iskelesine yaptığım amaca yönelik yolculukta fragmanlar halinde hatırladığım sahil yolu, yine Ivan Marchuk’un “Düşsel Detaylar”[1] isimli resim sergisi için planlı bir ziyaret gerçekleştirdiğim Folkat Gallery’nin, sırasıyla güvenlik geçitleri, asansörü ve bilmem kaçıncı katındaki sergi salonunun manzarası, “Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım!” naralarıyla yürüyen Lgbti kalabalığına rast geldiğim Kıbrıs Şehitleri Caddesi, ikinci el kitapçılar arasında gezinirken bir zaman yolculuğu gibi gelen Sevgi Yolu, Atatürk Müzesi ve Gündoğdu meydanı sayılabilir. İlk bakışta İzmir, görsem tanırım diyebilecek kadardı, ancak zihnimdeki yerler ve insanlar bağlantısızdı. Jim Carrey’nin oynadığı 2004 yapımı “Sil baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind)”filmindeki, belli belirsiz, hatırlanamaz olduklarında sökülen ve kaybolan sahneleri gibi uçuşuyordu bu kentin mekânları zihnimde. Böyle bir tanışma olur muydu? Bir süre önce İzmir’e taşınmam gerekmesine rağmen şehir dışındaki çalışmalarım sebebiyle bir türlü istediğim seviyede bir samimiyet yakalayamamıştık kendisiyle. Peki, bir kent ile nasıl tanışılır?
Kentlerin görsel niteliğini kentlilerin zihinsel imgesine dayandırarak açıklayan Kevin Lynch, 1960’da yayınladığı “Kent İmgesi”[2] kitabında, okunaklı bir kentte bulunması gereken beş bileşen ortaya koymuştu: Yollar, Kenarlar/Sınırlar, Bölgeler, Düğüm/Odak noktaları ve İşaret öğeleri. Böyle bir sınıflandırma ve analiz yapmak suretiyle bir kent tanınabilir belki (?). Ama şimdi burada karşılıklı bir tanışmadan söz ediyorum. Bir kent ile hemhal olmanın yolu onun görsel bağlamda okunaklığından, kentin nerden gelip nereye gittiğini okumaktan öte, ona karışmaktan, onun bir parçası olmaktan geçiyor demek istiyorum. Bir kentin içinde yaşamak ve onu ziyaret etmek arasındaki dramatik farkın sebebi olan bir karışma… Kent mekânıyla, Guy Debory ve Asger Jorn’un “Çıplak Şehir” (The naked City, 1957)[3] gibi psikocoğrafya haritalarında önerdikleri türden dinamik ve yaratıcı ilişkiler kurmak… Gelgelelim İzmir ile bu türden tanışma niyetimiz Covid-19 pandemisinin patlak vermesiyle sekteye uğramıştı. Evlerde izole kaldığımız onca süre içerisinde hangi kentte olduğumuzun da hayati bir önemi kalmamıştı sanki. Bu düşünceler de beni, yeni taşındığım bu kente pandemi sürecine rağmen karışmanın yollarını aramaya itti. Çalışma masama oturdum ve seyahate başladım…
Harita uygulamaları, sosyal medya paylaşımları, pandemi sürecinde sayısı artan canlı yayın etkinlikleri, çevrimiçi sergi ve sanat etkinlikleri… İzmir üzerine yaptığım bu küçük araştırmayla aslında yola çıkmıştım bile. Evet evet… Yıllardır metrobüslerde sırtımda taşıdığım bilgisayarım bu kez beni sırtlayıp yeni bir kente hazırlamaya soyunmuş oldu. Minnettarım.
Harita kullanmak bir kenti tanımak için iyi bir yol gibi gelmiştir bana hep. “İşte yeryüzünün şurasında, böyle bir coğrafyadayım”. Ancak maalesef yollarını yürüyemediğime göre, coğrafyanın, iklimin veya topoğrafyanın bir önemi de olamıyor. İşe nereden başlamalı? Kentin bir ucundan diğer ucuna kadar sokak görüntülerine mi bakmalı? Lynch’in Kent İmgesi’nde yazdığı gibi “Her bir kentlinin kentin bazı kısımlarıyla uzun bir münasebeti olmuştur ve ona ilişkin kendi imgesi hatıra ve anlamlarla yüklüdür”. Bildiğim yerlerden başlamayı tercih ettim, sonuçta her seyahat kendi rotasını kurar. Yukarıda sıraladığım ve zihin haritamda parçalı görüntülerden oluşan yerlerden birkaçını ziyaret ettim ve harita uygulamaları aracılığıyla birinden diğerine yürüdüm, birbirleriyle ilişkilendirdim. Lynch’i hatırlayarak kent için, sonra da benim için önemli röper noktalarına rastladım, bu hareketsiz sokak fotoğraflarını bir süre izleyip hatırlamaya ve yeni bağlantılar kurmaya çalıştım (belki biraz da fotoğraflardaki donuk yaşantı üzerine hikâyeler yazmış olabilirim). Yürürken görebilmenin ve ulaşabilmenin sınırlarını yokladım. Harita üzerinde yürümenin verdiği Pac-Man[4] hissiyatını bilirsiniz. İki boyutluluğun hazin hikâyesi. Haritanın bana gösterdiği kadardı işte tüm seyahatim. Hal böyle olunca, John Green’in “Kağıttan Kentler” kitabında bahsettiği Agloe[5] gibi bir yere bile rastlayabilirdim. Ancak şimdilik bilgisayarıma ve haritama güvenmek durumundayım.



Yürürken karşılaştığım Arkas Sanat Merkezi’ne uğradım. Site haritasından doğru güncel sergilere ulaştım ve Ara Güler’in “Merhaba İzmir” [6] sergisini gezme fırsatı buldum. Şimdi kent içinde geziyor (muş) hissini biraz daha yoğun hissedebiliyorum.


Serginin de İzmir hakkında olması ve sergi binasını sevmiş olmam sebepleriyle ulaşabildiğim her noktasını gezdim. Enteresan bir deneyim. Genellikle serginin kendi akışı içerisinde beni sürüklemesine izin verirdim ama bu kez her şey uluorta karşımdaydı işte!

Sözünü ettiğimiz masa başı İzmir turumun ardından, 04-08 Eylül 2020 tarihleri arasında açılan İzmir Enternasyonal Fuarı’nı gerçek anlamda ziyaret ettim. Bu süreçte evlerden çıkabiliyorduk ve nihayet mekânı soluyarak deneyimleyebilecek, ayaklarımın götürdüğü yere gidebilecektim. Bir önceki gezimden alışmış olduğum gibi, hemen web sitesine girip haritasına ve programına ulaştım. Heyecan verici bir program… Öte yandan, fuar posterinin ¼’ünü kaplayan pandemi kuralları, konunun etkinliğe etkisini açıkça gösteriyordu. “Yerinde” ziyaretim sırasında peşi sıra kurulan pek az stant arasında dolaşırken fuarın pandeminin gölgesinde planlanandan erken sonlandırılacağını öğrendim. Web sitesini ziyaretimde ve fuar programında okuduğum coşkuyu “yerinde” gözleyemesem de sürekliliğe verilen önem takdirlik. 89.su düzenlenmiş olan ve bildiğim kadarıyla 2. Dünya savaşı dönemine rastlayan 1942 yılı hariç sürekliliğini koruyan bu köklü fuar İzmir hakkında izlenim edinmek için verimli bir yerdi. Sonuçta “bu kette yaşayan insanlar için İzmir Fuar, Fuar da İzmir demek” imiş[7]. Gerçek mekânda pandeminin gölgesi hala hüküm sürdüğüne göre, sanal turuma devam ediyorum.
Bütün bunların yanında, turist rehberlerinde yer verilmemiş olan, üzerine tonlarca paylaşım ve beğeni yüklenmemiş olan, fotoğrafı dükkânlarında satılan anahtarlıklara basılmamış olan yerlerin, ancak oralı olanların bildiği yerlerin, gösterişli caddelerinin ve vitrinlerinin arkalarında gizlenen yerleşimlerin, kentin içini açmaya başladığı, perde arkasını araladığı yerler olduğuna inanıyorum. Kentin perde arkasında yürüyüşlere çıkmaya meyilim de bundan olsa gerek. Böylece fuar çıkışı Kültürpark çevresinde dolaşıp yine harita uygulaması aracılığıyla arka sokaklarda kayboldum… Birbirine benzeyen, bu yoğun ve bitişik nizam binaların biçimlendirdiği sokaklardan geçerken, babamın bir zamanlar benzer bir manzaraya bakarken söylediği gibi, “dayanışma içinde binalar, buradaki insanlar gibi sırt sırta vermiş binalar” arasından gökyüzünün şeklini takip ettim… Haritadan gökyüzünü görebilmek ne büyük lüks…

Minik bir araştırmayla görebiliriz ki, pek çok ülkenin pek çok kentinde yürüme deneyimi sunan web siteleri mevcut[8]. Bu yürüyüşler yine bir başkasının gözünden gerçekleşiyor ve biz manzaranın seyircisi olarak kalakalıyoruz. Kent ile hemhal olmanın, ona karışmanın yerini elbette tutmuyor. Yine de, bizi yola çıkarabilecek, kendi rotalarımızı kurmamıza sebep birer ateşleme noktası olabilirler. Bir kenti oturarak gezmek hiç istediğim bir durum değildi ama karışmanın yollarını arıyordum işte. İzmir özelinde, turistik veya tarihi yerlerinden ziyade kentlilerin iç içe olduğu, yanından otomobil ile hızla geçtiğim ve gerektiği gibi etkileşim kuramadığım için etrafıyla ilişkilendiremediğim bölgelerinde, kendime bir rota belirleyerek bir sanal tur yapmış oldum. En nihayetinde tamamen görsel bir turdu ve gerçek mekândaki gibi kente karışmış olamasam da, evimin duvarlarından ötesine bakmanın yollarından biri olarak beni en azından yola çıkarmış oldu.
Notlar
[1] https://folkart.com.tr/gundem_haber/ivan-marchuk-folkart-gallery-de
[2] Lynch, K. (2010). The Image of The City, The MIT Press.
[4] Pac-Man, Namco tarafından 1980 yılında yapılmış bir oyundur. Oyun, kuş bakışı kurgulanan bir mekâna sahip olurken karakterlerini cepheden görebildiğimiz iki boyutlu bir labirentte geçer.
[5] Agloe, Otto G. Lindberg ile Ernest Alpers’in harita üretimlerinde telif hakkı ihlali yapılmaması için haritaya bir tuzak olarak yerleştirdikleri hayali bir kasabadır. Green, J. (2013). Kâğıttan Kentler, Banu Talu (Çev.), Pegasus yayınları.
[6] http://www.arkassanatmerkezi.com/article.aspx?pageID=5
[7] Harabeler Üzerinde Cumhuriyet Abidesi İzmir Fuarı: https://www.apikam.org.tr/YuklenenDosyalar/Dokumanlar/2bc465c2-1b50-482c-86ae-483510f2114f%C4%B0zmir%20Fuar%C4%B1-min.pdf
[8] Kentin yürüyerek deneyimlendiği ve bu deneyimlerin paylaşıldığı birkaç örnek:
https://travel.earth/13-brilliant-virtual-city-tours-you-can-take-from-home/
https://www.nytimes.com/2020/04/14/travel/52-places-to-go-virtual-travel.html
http://www.openculture.com/2020/03/explore-the-entire-world-from-the-comfort-of-quarantine-with-4k-walking-tours.html
https://thehoneycombers.com/singapore/virtual-walking-tours-travel/