TAYLAN KAYA
Hümanizmin ölümünü kabullenmek zor tabii ki. Birçok insanlık suçunun üstünü örten, yeni bir yazıya ya da çizime başlamak için bembeyaz bir sayfa açan, modern medeniyetin kadim dostu olan bu fikir insanlığı değiştirmeye belki de yaklaşmıştı. Doğal yollarla ortaya çıktığını düşündüğüm bu fikir belki de kendi doğal evrimindeki yerini bulmuştur. Onun başlattığı değişimi devam ettirecek yeni bir fikir gelir mi bilmem ama biz insanlar artık her şeyden önce değişmek isteyip istemediğimizden emin olalım. Gerekirse cidden düşünmeyi bile bırakalım. En azından elimizin altındaki fikirlere karşı dürüst olabilelim. Kim bilir belki de değişmemeye karar veririz ve hepimize bir rahatlama gelir. Acı çekenler boş ümitlere keyfi yerinde olanlarda boş streslere kapılmazlar.
ODA 14 – Bölüm 01
İşime dalmış çalışıyordum. Online bir görüşmede olduğumu bile unutmuştum. Sadece dinlediğim müziğin sesini duyuyordum. Hatta onu bile dinlemiyor, eşlik etmiyor ve sadece çalışıyordum. Dikkatimi arkadan gelen gereksiz bir insan sesi dağıttı. İnsan mı yoksa sesi mi daha gereksizdi onu bilmiyordum. Dediği şeyi de anlamamıştım. Müziğin sesini kıstım ve onu dinlemeye başladım. Sonra o önemli, paha biçilemez ve dikkatimi dağıtma hakkını ona veren soruyu tekrar sordu. “Hey Wit! Sence……( “kısa” süren bir sessizlik) hey Wit sence bu şehrin, rengi ne?” Bu soru karşısında afallamıştım. Hiç beklemediğim bir anda hiç çalışmadığım bir yerden gelmişti. Cevap olarak “mor” dedim ama işkence henüz bitmemişti. Mecburi iş arkadaşımın muhabbetine diyecek yoktu.
-Mor mu? Bence bu şehrin rengi maviden başka bir şey olamaz. Birbiri ile bağlı binlerce zihnin arasındaki ağları hayal et. Gözünde canlandır. Bu şehrin rengi kesinlikle mavi.
-Oh voaaoov. Haklısın Fank. Çok doğru bir gözlem.
-Teşekkür ederim Wit.
Evet konuşma burada bitti. Ama bu diyaloğun değersizliği sorunun içeriğinden değil, soran kişinin konuya karşı yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Gözüyle gördüğü elini bile aklında canlandıramayacak bir adamın orada burada okuduğu şeyleri ezberleyerek ortaya çıkardığı bu soyut fikirler üzerine kurulmuş tezini durduk yere ve zorla seninle paylaşması o kadar acı verici bir süreç ki daha kısa sürmesi için gururumdan vazgeçmiştim. Haklı olduğum halde geri adım atmıştım. Evet tabii ki haklıydım. Bu şehir mordu. İnsanın yarattığı ve içinde bulunduğu hiç bir sistem ve bağlam mavi olacak kadar berrak olamaz benim özümde çünkü. İnsanı insana rağmen sevmek çok zor. [st 0.1]
Fank gibi birinin hayatta kalabilmiş olması beni en başta şaşırtmıştı. Ama sonra anladım ki o da başka hiç bir şeyin yapamadığı bir şeyi yapabildiği için bir oda sahibiydi. Ne yapabildiğinin bir önemi yoktu ama yine de öğrendim. Neden mi? Çünkü anlattı. Başlarda, önümüzdeki bir sene boyunca onunla çalışacağımı düşündükçe midem bulanıyordu. Ama daha sonra kendimi Fank’ın kötünün iyisi olduğuna ikna etmiştim. Bu değerli konuşmasından sonra da çalışmaya devam etmek için müziğimin sesini tekrar açıyordum ki o ses tekrar beni çağırdı.
-Hey Wit! Bugün Anzor’a hiç girdin mi? Girmediysen bir bak derim. Çok iyi teklifler var.
-Daha geçende bir tane almamış mıydın?
-Sana söylemeyi unuttum değil mi? (Her nasıl olduysa) Vera bana taşındı. Evi büyüttük. O yüzden ihtiyaçlarımız da arttı.
-Onunkileri getirseydiniz?
-Hepsini uyumlu istiyoruz o yüzden onları satışa çıkardık.
-Biraz pahalıya patlama ihtimali var. Özellikle Anzor’da kaliteler yüksek diye biliyordum.
-Açık artırmada almayacağız Wit. Şimdilik ihtiyacımızı görecek bir şeyler alacağız. Hem ayrıca Anzor’un hizmeti daha iyi. Tüm o garanti olaylarını falan daha iyi beceriyorlar. Ama bugün odaya geçerken Anzor meydanında reklamlar gördüm. Bence fiyatına değecek parçalar da var.
Bu konuşmayı midem daha fazla kaldıramayacaktı. O yüzden konuşmayı bitirmek için yalan söylemek zorunda kaldım. “Tamam aklımda tutacağım Fank. Ama bir buluşmayı unutmuştum şu an hatırladım ve acilen çıkmam gerekiyor. Ben çıkış yapacağım yarın telafi ederim her halde. Görüşürüz!”. Acelem var demiştim ve geri cevap bile beklemeden kapattım. Bu Fank’in de bana sık sık yaptığı bir şeydi. Neyse ki çok alıngan biri değildi. Zaten o hala verilecek havalı bir cevap düşünmekle meşguldü. Bazen acaba, yatmadan önce bugün nasıl ve hangi havalı sözleri söyleyebilirdim de kaçırdım diye düşünüyor mudur, merak ediyorum.
Konuşmanın ardından temiz havaya ihtiyacım vardı. Varlıklar sözleşmesinin üstünden 15 yıl geçmişti ve hava şimdiden daha temizdi. Ama bu havayı solumanın daha kolay olduğu anlamına gelmiyordu. Bu mor şehirde hava bana hep ağır geliyordu. Ekrandan çıktım ve çalışma binasını terk ettim. Genelde normalden fazla çalıştığım için daha sonra telafi edilmesi gereken bir şey bile olmayacaktı. Kafama kulaklığı geçirdim. Sanki şehir gerçekten maviymiş hatta bembeyazmış gibi yapacaktım ve odama daha sonra geçecektim. Sokaklar arasında kaybolmaya çalışıyordum. Diğer insanları görmezden geldikçe rahatlıyordum. Ama aklımdan bir türlü daha fazla Varlık edinmem gerektiği düşüncesi çıkmıyordu. Şirket bana kredilerimi harcamam konusunda baskı yapıyordu. Beş sene boyunca biriktirdiklerimi oldukça lüks bir oda için harcayarak Varlık edinmeyi geciktirmiştim ama artık başka yolu yoktu. Sadece bir süre daha kendimi kandırıyordum. Uyarı mesajı gelene kadar kendimi oyalıyordum. Her geçen gün daha da zorlaşan bu oyalama süreci nihayet sona eriyordu. Çünkü o mesaj sonunda telefonumu titretiyordu. Müziğimi yarıda kesiyor ve beni kontratın iptali konusunda uyarıyordu. Oda sahiplerinin sorumlulukları vardı. Mesajı atan kişi beni iyi tanıyordu. İyi dilekleri ile bana Anzor’un açık arttırma sayfasının linkini de yollamıştı. Artık istemesem de Varlıkları incelemeye başlamıştım. Boyutları ve özelliklerine anlamsızca bakıyordum. İstemediğim bir ürün için bile kriterlerim olması midemi daha da bulandırmıştı. Artık kendimden tiksiniyordum. Bu ekrana istemsiz bakışım sırasında gözüm bir Varlık’a takıldı. Kendini satmaya çalışmayan bir Varlıktı. Tüm kriterlerime uyuyordu. En önemlisi onunla ilgili bir şey bana tanıdık geliyordu. Üstelik onu almak için harcayacağım krediler sayesinde en az bir sene boyunca kafam rahat edecekti. O anda onu bir fırsat olarak görünce kendime duyduğum tiksinti arttı ama bununla oyalanamazdım. O bir fırsattı ve bunu değerlendirmeliydim. Anzor satış meydanına nasıl gideceğini düşünüyordum çünkü satışın tamamlanmasına çok az kalmıştı. En kısa yoldan koşmaya başladım. Meydana vardığımda en ortadaki Billboard’da onun resimleri vardı ve sadece tek bir pazarlık köşesi boştu. Oraya başka bir müşteri ile aynı anda vardım ama neyse ki sistem bana öncelik tanıyordu. Giriş kredisini ödedim sonra kadına kısa bir bakış atıp kabine girdim. Billboard indi ve Varlığın üç boyutlu hologramı çıktı. Bir kaç saniye boyunca ona baktım daha sonra da diğer pazarlıkçıların listesini gözden geçirdim. Online olarak verilmiş en yüksek tekliften açık arttırma başlayacaktı ki o teklifi veren kişi de şuan buradaydı. Şu noktada bu açık arttırma ne kadar kızışırsa benim o kadar işime geliyordu. Ne kadar kredi harcarsam o kadar süre rahat edecektim. Fiyatların iyice yükselmesini bekledim. Bir noktadan sonra işler sakinleşirken kışkırtıcı teklifler ile fiyatın biraz daha yükselttim. Daha satış üst limitinin yarısına ulaşamadan rakibim pes etmişti. Ama yine de kendime fazladan iki ay kazanmayı başarmıştım. Satışın gerçekleştiğini gösteren hologram dönerken yeni varlığıma son bir bakış attım. Son iki senedir ilk defa bu kadar rahattım belki de. Sakince kabinden çıktım. Son anda köşesini kaptığım kadın çıkmamı beklemişti. Sinirli değil üzgün görünüyordu. Gözümün içine bakıp kafasını iki yana sallıyordu. Onu dinlemeye hazır olduğumu anlayınca konuşmaya başladı.
-O benim arkadaşımdı.
-Üzülmeni anlıyorum ama benim de kendime göre sebeplerim var.
-Eminim vardır.
-Bakın bilmiyorum sizin için bir anlamı olur mu ama onu görmeye gelebilirsiniz.
-Sanırım bunu kabul edeceğim. Hiç yoktan iyidir. Zaten, köşeyi kapmış olsam bile açık arttırmanın yarısında tüm kredilerim tükenmiş olurdu.
-Peki. Bekliyor olacağım. Oda 14’teyim.
-On dört mü! Gerçi ne bekliyordum ki. Şu yapılan tekliflere bak. Odaya dört gün sonra uğrarım. Akşam saatleri malum iş var.
-İyi geceler o zaman.
-İyi geceler.
-Ha bu arada, size bir soru. Sizce bu şehir ne renk?
-Tabiki kırmızı. Kıpkırmızı…
-Aşkın rengi mi?
-Hayır, kanın rengi.
Cevabı çok hızlı ve kendinden çok emindi. Kafamı yukarı aşağı sallayarak arkamı döndüm ve bu kanın neye ait olduğunu merak ederek evime doğru yola çıktım. Belki de o makul biriydi. Ne acıklıdır ki kimseye güvenemez olmuştum. İlk taksi ile şehrin merkezindeki tam 32 odalı Odama gittim. Odama girince Gorvo beni karşıladı. Beş senedir benim varlığımdı ve o ilkiydi. Her geçen gün biraz daha yaşlanıyordu. “Hoş geldiniz efendim, gecikeceğinizi bilmiyorduk.” dedi beni görünce. Sesinde sorgulayıcılığın zerresi yoktu ama merakını gizleyemiyordu. Belki de benim için heyecanlanıyordu bazen.
-Ben de bilmiyordum Gorvo. Beklendik bir şey beklenmedik bir zamanda oldu. Sana önemli bir haberim var.
-Dinliyorum.
-Artık üç kişisiniz. Seren’in odasının yanındaki odayı hazırlayın. Bir iki güne “teslim” ederler.
-Gerçekten mi? Nasıl biri? Kadın mı erkek mi? Genç mi? Lütfen genç olsun. Peki nereli?
-Gorvo! Hepsini anlatacağım merak etme. Sen başka bir şey söyleyecek gibiydin sanki. Ayrıca ben çok açım.
-Ben de tam onu soracaktım Wit bey. Yemeğiniz soğudu da ısıtalım mı yenisini mi yapalım?
-Isıtın abi ısıtın. İlla yeni yemek yapmak istiyorsanız kendinize yapın.
-Peki ne…
-Ne isterseniz onu yapın.
Seren de beni koridorun diğer ucundan dinliyordu. O Gorvo kadar meraklı olmasa da o da heyecanlanmıştı. Belki de hepimizin ihtiyaç duyduğu bir değişiklikti bu. Sıkılmıştık sonuçta. Sonunda rahatlamıştım ve belki de biraz meraklanmıştım ki bu da beni heyecanlandırıyordu. Şimdi yemeğimi yiyecek ve tüm nehri izleyebildiğim muhteşem manzaralı yirmi odamdan birinde uyuyacak kalkacak ve benden başka kimsenin yapamadığı işimin başına gidecektim. Bugün de yeni bir köle satın aldığıma göre artık rahat uyuyabilirdim. Sonuçta bu kıpkırmızı şehrin benden beklediği şeyi yapmış ve görevimi yerine getirmiştim. Ne de “onurlu” biriyim.
*
Bölüm Sonu
St 001: İnsanı yaradandan ötürü sevme işini hallettik aslında. Ama insanı yaradana rağmen sevemiyoruz.